ben değil ama benim evim mutsuz ve yalnız sanırım her akşam her akşam bir sessizlik bakıyorum bakıyorum masa ve sandalyeler yalnız ve üzgün koltuklar da üzgün tekli koltuklar daha da üzgün duruyorlar tek olmayı onlar da biliyor sanırım başka bir odaya geçiyorum, orada da kimse yok hiç kimse uğramamış bu eve sanki bu eşyalar hiç kimseyi tanımamış dört kişilik masa sanki hiç dört kişilik olmamış yani bu kadar mı sessiz olur bir de bu kadar sessizlik içinde ağlasan kimse de duymaz gülsen sessizlik daha da kabarır ardından sadece o da değil derin bir uyku gibi hiç gitmeyen bir ağırlık var istemiyorum ama var işte kovamıyorum benim evdeki diğer odada da o kalıyor hoş bana sormadı yerleşirken bir gün eve geldim oradaydı herkes de çok yalnız olunca evin içinde bilirsiniz yalnızlık hasta eder insanı, takatiniz kalmaz hiçbir şey fark etmez artık e işte öyle olduğu için kimse karşı çıkmadı şimdi beraber yaşıyoruz ya da sadece o yaşıyor...
Hayatım boyunca yazmaya hep eğilimliydim. Henüz küçük bir çocukken babamın set halinde aldığı fakat yaşım için erken olan kitaplar okur ve o kitapların bende bıraktıklarını yazardım. Yalan değil çok şey bırakırlardı. Fakat benim onlara tutunabilmek konusunda söylediğim hikayeler doğru değil. Birer uydurmaca. Kitaplar benim için bir mağaraydı. Cahil bir insanken o mağaranın duvarlarına ilk resimlerimi çiziyordum. Ardından efsaneler uyduruyordum bir yandan papirüsü bulup üzerine ezberlediğim o ilk kitabın ilk on yedi sayfasını cümlesi cümlesine yazıyordum. Kalbim bir hayli sıkışırken beni yazmaya devam ettiren şeyin ne olduğunu bilmiyorum. Parmaklarımın uçları alev topları her bir tuşun üzerinde bir saniyeden fazla kalamıyorlar. Parmaklarımdan vücuduma kadar misafirim. Sahip olduğum kalbin bu kadar hızlı atmasının hiçbir sebebi yok. Çünkü o da benim için geçici bir eşya. Bir antika. Bir gün bir antikacının camından görünecek ‘’satılık kalp.hiç kullanılmadı’’ hemingway bir kez...