Belki de çoktan sona erdim. Bildiğim şeyleri zorla kendime döndürmeye elimde kalan son kırıntılarla bir şeyler oluşturmaya çalışıyorum ama gerçekten de içime bakarsak kim olduğumu anlayamıyorum. Yazmak, yazabilmek için hissetmem gerektiğini, en azından aklımda bir iki şey olmasını gerektiğini düşünüyorum. Histeri krizindeymişim gibi aklım yerinden oynasın ve benden ötede var olan düşünceleri fark edeyim istiyorum. İstiyordum. Ama bugün bir arkadaşım hissetmeden yazdığını söyledi. Hissetmeden yaşarken, hissederek yazmayı bekleyen kendimin bu durumda nerede olduğunu düşündüm. Kendimi belli etmek ya da bir insana dokunabilmek için içimde his olması gerekir diye düşünüyordum. Peki ya hissetmeyenler? Kafasında sürekli beyaz rüzgarlar esen artık ismini unutan ve düşündüğü şeyleri kendi sularında batırmış olan insanlar nasıl yaşıyor? Her an bir şey hissetmenin ve tüm hayatı tutkuyla yaşamanın en doğrusu olduğunu düşünürdüm sürekli. Hiçbir zaman beceremedim. Kendimi sınırsız boşlukların içinde buldum, zihnimin deliklerini tıkamaya çalıştım. Diğer insanlara baktım; hayatlarındaki tutku ilkbahar güneşi kadar taze vuruyordu, benimki ise yazın son demlerini insanlara ödetmeye çalışan ve sonraki gün yerini sonbaharın dengesiz havasına bırakmaya hazırlanan bir güneşti. Tıpkı benim gibi. Bırakmaya hazırlanan. Ben sanki bu hayata başlarken onu bırakmaya hazırlanıyordum. Bırakmak ve anma kısmına geçmek için çabalıyordum. Ne zaman bitecekti? Şimdiden kafamdaki turuncu dalgalar yapraklar gibi solmaya başlamış ve zihnim kendini unutmaya başlamıştı. Ölüyordum ama daha yeni başladım. Nasıl olurdu ki. Sürekli ana yemek yerine tatlıdan başladığım için mi? Birazcık keyiflenmek istedim. O sorun bu sorun ben derken keyiflenmeyi unuttum. Yaşamak skor tutmaktan ibaret değildi. Ben skor tutulan şeyleri sevmem, onlar için hep az gelirim. Ama yaşamak fazla olan bir şey. Her adımında biraz daha fazla oluyorsun, yetmiyor çünkü. Aldığın nefes yetmezmiş gibi bir şeyler yetmiyor, bir yanından dökülüyorsun yerlere; toplayamıyorsun kendini. Bu durumda kendimden azalırken, kendimden kaybederken, bir sonraki sahneye nasıl çıkabilirim. En azından burada bu adımda kalsam ve az önceki seyirciden aldığım tebrikle devam etsem; en azından birileri beni en iyi halimle hatırlamış olur. En azından hayatımın küçük bir kısmında küçük bir anlığına en iyisi olduğumu, tam olduğumu hissedebilirim. Sonra bu anı tekrardan oynatırım. Zaten artık zihnim boşaldı ve elimde kalan tek şey solgun bir kayıt, eksik ve eski dalgalar. Onları tekrar tekrar oynatıyorum çünkü, bu benim boşluğumda, yaşadığıma dair tek iz.
rosie
Yorumlar
Yorum Gönder