Ana içeriğe atla

Tiyatro Öncesi



Ben yüzümde taşıyorum bu hayatı. Yanımda olan ama benden bir parça olmayan insanlarla yaşıyorum. Aklımda; izlediğim, gördüğüm, dikkatli baktığım ya da önemsiz görüp geçtiğim anların izi var. Kafamı başka tarafa döndürsem de içindekiler bunu kabul etmeyip aynı yöne gitmek isteyecekler. Varlığından emin olmadığım bir yolculuk için fazlasıyla kararsız ve kalıcı şeyler hissediyorum. 

Elini tuttum ve merdivenleri indik. Tiyatro oyunu ya da balerinlerin vücutlarındaki her bir parçayı özveri ile oynattıkları andaki gibiydi her şey. Devinim içinde kendi halinde ayrı bir ayrıcalığa sahipken ayrıcalıkların bir bütün olarak hayattan bazen daha güzel bazen de daha kötü bir parçaya dönüştüğünü görüyordum. Bir ayağını diğerinin önüne atması ve aynı zamanda yüz şekillerinin onun izleriyle değişmesi kar yağması kadar bilinir olsa da, ben sadece bir tane eşi benzeri olmayan kar tanesi görüyor gibiydim. Resmini çizecek olsaydım hangi çizginin nasıl olacağını ve nerede gölgelendirme yapacağımı, en çok hangi kısmı çizmeyi seveceğimi düşündüm. Aynı düşüncede sabit kalamadım konuşmaya devam ediyordu çünkü. Devam eden zamanının içinde her şeyi durdurmaya gücü yetecek gibi gözüküyordu. Bazen çok sessiz ya da aksi olsa da gerektiğinde ne kadar cesaretli ve atılgan olduğunu biliyordum. Bilmek istedim. Daha çok bilmek istedim. Ne şekilde çatal bıçak sevdiğini, yemek yemeden önce ya da uyandıktan sonra bir bardak su içip içmediğini merak ediyorum. Renklerin ve seslerin insanların hareketlerine katılıp onu bu kadar güzelleştirmesi zormuş gibi görünse de göz kapaklarının açılıp kapanması bile doğanın mucizelerine ilk defa tanık oluyormuş gibi farklı hissettiriyordu. Sırada hangi hareketinin olduğunu izliyorum. Göz kapakları açılıyor eliyle gözünün kenarını hafifçe kaşıyor. Kaşlarını kaldırıyor hafiften ağzı açılacak gibi olurken fark etmenin nasıl bir şey olduğunu yüzünde anlatır gibi suratı değişiyor. Bakıyorum. Sanki akan su gibi dağılacak tutamayacakmışım, hemencecik kaybolacakmış gibi hissediyorum. Farklı zamanlarda birbirimize tutunmuş ama yine de bir arada bulunamamış gibiyiz. Gözlerimle film karesi çekmeye çalışıyorum üstünde ama kalkıp gidecek biliyorum. Vals sırasındaki küçük bir uzaklaşma sonsuza kadar sürecek. Kaybettikçe de doyumsuzluğum artacak ve her seferinde tüm zayıflığımla tekrar deneyeceğim. Yeniden başlayacağım ama bu da en güzel ellerle hazırlanmış bir sondan başka bir şey olmayacak. Belki de sadece bir son olması gerekiyordur. Seninle sonu bulup böylece kendime başlayabilirim. Nasıl yapacağımı bilmiyorum. Bir kısmın sonu diğerinin parça parça yeniden yapılanması demekse yenisi eskisinden iyi mi olacaktı kötü mü, ileriye mi gideceğim yoksa kendi içimdeki kavgalar artacak ve aynı soruları sormaya devam mı edeceğim bilmiyorum. Bekliyorum; bazen bir şey yapmadan, bazen bir şey yaparak. Anılarımı ve kızgınlıklarımı sana emanet edebilir miyim? Birbiriyle çakışmayan, bayat pasta kreması kadar yavan olan aşk ve sevgi deyip de hayatımızı emanet ettiğimiz duyguları senin ellerine bırakıp gidebilir miyim? Sanki her seferinde olacakmış gibi hissettiren ama sonunda beni boğmaya çalışan bütün anları ve cümleleri seninle beraber bu anda bırakıp gidebilir miyim? Sadece kendimin bozulmamış, hiç dokunulmamış kısımlarımı alıp devam etmek istiyorum. Kendi seçtiğim, sen olmayan bir yolda sadece kendi başıma ilerlemek istiyorum. Yüzüne düşmüş güneş ışıklarını geride bırakıp kendi karanlığımda ilerlemek istiyorum bana biraz izin veremez misin?  Anlayamadığım düşüncelerin beni tutmasından ve aynı yere çakmasından artık çok yoruldum. Kendimi toz diye havaya karıştırmak, su diye yağmur olup yağdırmak ve en sonunda kaybetmek istiyorum. Acı ya da mutluluk, ikisi de en sonun da aynı pişmanlığı bırakıp gidiyor. Seni sevmeyi durdurmak istiyorum. Rahatlığa ulaştığım o anda yanımda seni görmek istemiyorum. Biraz daha cesaretli olsaydım. Ya tutup öpseydim ya da o anda bıraksaydım seni. Ne dediklerini duymadan kendimi dinleyerek seni rahat bırakabilseydim. Şimdi bana geriye kalan tek şey benimle olmamana rağmen senden kurtulmaya çalışmak. Sen varken ben yoktum, ben varken sen yoksun. Aynı anda yaşıyor olsak da hissettiklerimiz hiçbir zaman birbirini yakalayamıyor. Çok önceden rastlaşmak da yetmiyor, duygularımızın ve pişmanlıklarımızın aynı anda rastlaşmaları lazım. Şimdi sen geriden geliyorsun ve ben öndeyim. Aynı döngüde sıkışıp kaldık. Hayal ettiğim ve olduğum gerçekleri karşılaştırmak için en uygun zamanlardı bunlar. Bir kısmı sürekli gözümden kaçırıyordum. O kısımda ne olduğunu ve benim asıl hislerimin ve düşüncelerimin nedeniyle alakalı olup olmadığını merak ediyorum ama merak ettiğim şeyleri öğrenmek istemiyorum. 

      


rosie

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yalnız ev

ben değil ama benim evim mutsuz ve yalnız sanırım her akşam her akşam bir sessizlik bakıyorum bakıyorum masa ve sandalyeler yalnız ve üzgün koltuklar da üzgün tekli koltuklar daha da üzgün duruyorlar tek olmayı onlar da biliyor sanırım başka bir odaya geçiyorum,  orada da kimse yok hiç kimse uğramamış bu eve sanki bu eşyalar hiç kimseyi tanımamış dört kişilik masa sanki hiç dört kişilik olmamış  yani bu kadar mı sessiz olur bir de bu kadar sessizlik içinde ağlasan kimse de duymaz gülsen sessizlik daha da kabarır ardından sadece o da değil  derin bir uyku gibi hiç gitmeyen bir ağırlık var istemiyorum ama var işte  kovamıyorum  benim evdeki diğer odada da o kalıyor  hoş bana sormadı yerleşirken  bir gün eve geldim oradaydı  herkes de çok yalnız olunca evin içinde bilirsiniz yalnızlık hasta eder insanı, takatiniz kalmaz hiçbir şey fark etmez artık  e işte öyle olduğu için kimse karşı çıkmadı şimdi beraber yaşıyoruz  ya da sadece o yaşıyor...

Antika Dükkanı

Geçen gün bir antikacıya girdim, gezerken denk gelmiştim. Çok tuhaf geldi. Daha önceden de antikacı gezdim mi hatırlamıyorum açıkçası ama burayı gezerken içimde tuhaf bir his oluştu. Bir sürü farklı eşya: yüzükler, gözlükler, madalyalar, el işi yapılmış çanak çömlek, kitaplar, plaklar, daktilolar, kartpostallar, fotoğraf makineleri, çantalar, tablolar, kasetler…Bir insanın sahipliğini yaptığı, bir başkasının anısı olmuş bir sürü eşya. Daha sonra da bir başkasının anısı olacak bir sürü eşya. Belki verecek kimsesi olmadığından belki de böylesi daha uygun görüldüğü için o dükkana bırakıp gidilmiş onca eşya, onca anı. Anılar dükkanı. Yan yana duran birbiriyle alakası olmayan farklı insanların ellerine değmiş onca eşya. Nasıl bir his olmalı bu? Yani kendi anılarını o dükkanda bırakıp gitmek nasıl bir his? Belki de ben hayatımdaki her şeye fazlasıyla bağlı olduğum için bu kadar abartılı düşünüyorum. Yine de tuhaf geliyor. Hiç tanımadığım insanların fotoğraflarına denk geldim. Hiç bilmediğim ...