Ana içeriğe atla

Antika Dükkanı



Geçen gün bir antikacıya girdim, gezerken denk gelmiştim. Çok tuhaf geldi. Daha önceden de antikacı gezdim mi hatırlamıyorum açıkçası ama burayı gezerken içimde tuhaf bir his oluştu. Bir sürü farklı eşya: yüzükler, gözlükler, madalyalar, el işi yapılmış çanak çömlek, kitaplar, plaklar, daktilolar, kartpostallar, fotoğraf makineleri, çantalar, tablolar, kasetler…Bir insanın sahipliğini yaptığı, bir başkasının anısı olmuş bir sürü eşya. Daha sonra da bir başkasının anısı olacak bir sürü eşya. Belki verecek kimsesi olmadığından belki de böylesi daha uygun görüldüğü için o dükkana bırakıp gidilmiş onca eşya, onca anı. Anılar dükkanı. Yan yana duran birbiriyle alakası olmayan farklı insanların ellerine değmiş onca eşya. Nasıl bir his olmalı bu? Yani kendi anılarını o dükkanda bırakıp gitmek nasıl bir his? Belki de ben hayatımdaki her şeye fazlasıyla bağlı olduğum için bu kadar abartılı düşünüyorum. Yine de tuhaf geliyor. Hiç tanımadığım insanların fotoğraflarına denk geldim. Hiç bilmediğim birinin doğum günü, evlendiği gün. Arkadaşlarıyla gülerken çekilmiş bir fotoğraf. Birinin plajda sevgilisiyle çekildiği bir fotoğraf. Hepsi beraber bir plastik kabın içine atılmış, sanki önceden bir insanın en mutlu olduğu anlardan biri değilmişçesine, karışık kuruşuk bir anı havuzu gibi bir arada duruyor. Bakarken düşündüm, bu nasıl bir andı acaba? Fotoğrafı gözümde bir anıya dönüştürmeye çalıştım, sanki oradaymışım gibi. Normalde de böyle olmaz mı? Fotoğraflarınıza bakınca o anı bildiğiniz için aklınıza o ana dair her şey gelir. Sadece bir iki saniyelik bir şey değildir o fotoğraf. O anki hisler, etraftaki koku, yanınızdaki insan. O ana dair yaşanmış her şey o fotoğrafın içinde duruyordur. Bakınca kalbiniz hepsini görür. Sonra devam ettim, ve daha da hüzünlendim. Tek bir fotoğrafı ya da eşyayı bırakmak evet ama koca bir fotoğraf albümünü bırakıp da gitmek nasıl olurdu? Ben ölsem ya da başka bir şey olsa albümlerimi ailem ya da bir yakınım saklardı herhalde ya da birine vermek istesem sevdiğim birine verirdim büyük olasılıkla. Onlar saklamaz mıydı? Ama orada, yaşayan ya da ölmüş birinin, kimsesiz kalmış gibi verilecek başka yeri yokmuş gibi fotoğraf albümleri duruyordu. Bir insanın tüm anıları emanet edilmiş o dükkana ve sonra kapıdan çıkıp gidilmiş. Birinin taktığı yüzükler, yiyip içtiği bardaklar ve tabaklar, birinin her gün taktığı kol saati. Hiç tanımadığın birinin analog kamerası. Hiç konuşmadığın birinin fotoğraf albümü. Üst üste yığılmış albümler. Üst üste yığılmış hayatlar bir başkası alsın diye satılıyor. Birinin anılarına belli bir para değeri biçilmiş, size şimdi sorsalar şu anını bana kaça satarsın diye ne derdiniz? Kendi parçanızı bir başkasına emanet eder miydiniz? Düşününce aslında dünya da koca bir antika dükkanı gibi. İçinde yaşadığımız evler, gezindiğimiz sokaklar; anılarımızı paylaştığımız, ilgi alaka kurduğumuz bu dünya da büyük bir antika dükkanı. Zamanla eskimiş her şeyi içinde taşıyor. Duygularımız, eşyalarımız, hayallerimiz…Bizim olan birçok şey bir gün ansızın bir başkasının oluveriyor. Bedenlerimiz değil de anılarımız kalıyor bu hayatta. Zaten bedenlerimizi yaşatan şey de anılarımız. Sevildiğimiz anılar özellikle. Geriye bakınca, fotoğrafını görünce sevildiğimizi bildiğimiz anılar. Bu antikacıdaki anılar da sevilmiş midir acaba? Umarım hiçbiri sevilmediği için bırakılmamıştır buraya. 

rosie



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tiyatro Öncesi

Ben yüzümde taşıyorum bu hayatı. Yanımda olan ama benden bir parça olmayan insanlarla yaşıyorum. Aklımda; izlediğim, gördüğüm, dikkatli baktığım ya da önemsiz görüp geçtiğim anların izi var. Kafamı başka tarafa döndürsem de içindekiler bunu kabul etmeyip aynı yöne gitmek isteyecekler. Varlığından emin olmadığım bir yolculuk için fazlasıyla kararsız ve kalıcı şeyler hissediyorum.  Elini tuttum ve merdivenleri indik. Tiyatro oyunu ya da balerinlerin vücutlarındaki her bir parçayı özveri ile oynattıkları andaki gibiydi her şey. Devinim içinde kendi halinde ayrı bir ayrıcalığa sahipken ayrıcalıkların bir bütün olarak hayattan bazen daha güzel bazen de daha kötü bir parçaya dönüştüğünü görüyordum. Bir ayağını diğerinin önüne atması ve aynı zamanda yüz şekillerinin onun izleriyle değişmesi kar yağması kadar bilinir olsa da, ben sadece bir tane eşi benzeri olmayan kar tanesi görüyor gibiydim. Resmini çizecek olsaydım hangi çizginin nasıl olacağını ve nerede gölgelendirme yapacağımı, en ço...

yalnız ev

ben değil ama benim evim mutsuz ve yalnız sanırım her akşam her akşam bir sessizlik bakıyorum bakıyorum masa ve sandalyeler yalnız ve üzgün koltuklar da üzgün tekli koltuklar daha da üzgün duruyorlar tek olmayı onlar da biliyor sanırım başka bir odaya geçiyorum,  orada da kimse yok hiç kimse uğramamış bu eve sanki bu eşyalar hiç kimseyi tanımamış dört kişilik masa sanki hiç dört kişilik olmamış  yani bu kadar mı sessiz olur bir de bu kadar sessizlik içinde ağlasan kimse de duymaz gülsen sessizlik daha da kabarır ardından sadece o da değil  derin bir uyku gibi hiç gitmeyen bir ağırlık var istemiyorum ama var işte  kovamıyorum  benim evdeki diğer odada da o kalıyor  hoş bana sormadı yerleşirken  bir gün eve geldim oradaydı  herkes de çok yalnız olunca evin içinde bilirsiniz yalnızlık hasta eder insanı, takatiniz kalmaz hiçbir şey fark etmez artık  e işte öyle olduğu için kimse karşı çıkmadı şimdi beraber yaşıyoruz  ya da sadece o yaşıyor...