Ana içeriğe atla

Kendimle Konuşuyorum


İlk satıra ne yazsam da bir şekilde sizi kolunuzdan tutsam oturtsam karşımdaki koltuğa diye düşünüyorum. Ne yazsam da çok merak edilesi bir şey olsa. Ama kaçırdım o fırsatı dimi? Önemli değil merak etmeyin ben daha ne fırsatlar kaçırdım, hatta bazılarını kaçırmakla kalmadım ellerime kendim uğurladım. Bazen öyle olması gerekir, öyle de oldu zaten, benim fikrim alınmadı. Böyle şeylerde sizin fikriniz de alınmaz bilirsiniz. Neyse, nereden başlasam.

Birden bire bir giriş olacak, kusura bakmayın ama ağzıma kadar dolmuş durumdayım. Hemen şimdi dökeceğim her şeyi. Artık kim nasıl ne zaman bir daha beni yerden toplar veya biri (ben de dahil) buna zahmet eder mi bilmiyorum. Önemli değil artık yerli yerinde olmanın, bir şeye benzemenin de lüzumu yok. Lüzumu olan bir şey de var mı onu da anlamış değilim. Zaten ben çoğu şeyi anlamadım. Yaşama fikri vardı aklımın ucunda, ortasında hatta. Aklımın ortasına kurulmuş bir yaşama fikri vardı, birkaç yapılacaklar listesi sonra alınacaklar listesi, işte gidilecek yerler, kıyıda köşede duran ama en çok yer kaplayan inatla da gerçek olmayan hayallerim. Şimdi bunlar ne diye sormayın bilmiyorum, emin değilim. İşte bu aklımın ortasındaki yaşama fikri, ya da ne derseniz diyin, sanki hep düşünce olarak kalıyor. Hep hayatın başındayım sanki; günler aylar geçiyor, insanlar hayatıma girip çıkıyor, akşam yemekleri yeniyor, geç sabahlar başlıyor, sahile gidilecek bahar havaları geliyor ama yine de bir şeyler yaşadım öğrendim derken bakıyorum ki hep aynı yerdeyim. Benim içeri girmemim yasak olduğu bir kapı gibi hayat. Ben de kapıya sırtımı dönüp beni de içeri alacaklar mı acaba diye bekliyorum. Alırlar mı ki? Almazlar. Almıyorlar. Onlar kim diye sormayın. Bunun tek bir cevabı yok onlarca cevabı var, ama içlerinden bir tanesi çok tanıdık. Evet, ben. Ben aslında beni içeri alsınlar da istemiyor gibiyim. İçeride ne yaparım nasıl yaşarım bilmiyorum, o kadar çok her şeyin en başındayım ki herkesin bir şekilde ortasına geldiği bu hayatta çıkıp da ben en başından başlayamıyorum. Bazı valizleri kapının önünde bırakıp da içeri giremiyorum. Siz nasıl yaptınız bunu, bana da biri söyleyebilir mi? Çünkü ben durup da kendim için bir şey yapamadım bu hayatta. Bir başkasının hayatı daha iyi göründü hep, bir başkası olarak kendim olamaz mıydım? Bir şey olsaydı da ben hepten bambaşka biri olsaydım. Şimdiki halim zaten yaşamaktan pek bir şey anlamış değil, geçmişine ne zaman baksa hayal meyal insanlar görüyor. Sanki yaşamak için hep bir insana gerek varmış. Kendi hayatım yokmuş da diğer insanların hayatı varmış ve ben o insanların hayatına girip çıkıyormuşum; ancak o zaman yaşıyormuşum. Biriyle konuşmadığım zamanlar ise bir sonraki sahne için bekleme süresi gibi bir şeymiş sanki. Tek başına da var olamaz mı bir insan? Olamıyor gibi. Benim bir sürü parçam var ve hepsini bir yerden çaldım, bir yerlerden çaldığım için de hiçbiri birbirine uymuyor. Derinlere indikçe beyazdan siyaha doğru rengi değişen okyanuslar gibiyim. İçim derinlere indikçe kararıyor, altı tutmuş tencere misali ocakta bekliyorum. Biri gelsin de artık şu dibi tutmuşluğu temizlesin, sanki benim gücüm yetmezmiş gibi birinin gelmesini bekliyorum. Acaba gerçekten de benim hayatım figüran ya da yardımcı oyuncu niyetiyle mi meydana getirilmiş. Bana ihtiyaç duyulunca mı yaşayabiliyorum sadece. Eğer öyleyse inanın çok kırılırım.  

Bir başkası olsaydım da bir başkası olmak isterdim sanırım.


rosie


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tiyatro Öncesi

Ben yüzümde taşıyorum bu hayatı. Yanımda olan ama benden bir parça olmayan insanlarla yaşıyorum. Aklımda; izlediğim, gördüğüm, dikkatli baktığım ya da önemsiz görüp geçtiğim anların izi var. Kafamı başka tarafa döndürsem de içindekiler bunu kabul etmeyip aynı yöne gitmek isteyecekler. Varlığından emin olmadığım bir yolculuk için fazlasıyla kararsız ve kalıcı şeyler hissediyorum.  Elini tuttum ve merdivenleri indik. Tiyatro oyunu ya da balerinlerin vücutlarındaki her bir parçayı özveri ile oynattıkları andaki gibiydi her şey. Devinim içinde kendi halinde ayrı bir ayrıcalığa sahipken ayrıcalıkların bir bütün olarak hayattan bazen daha güzel bazen de daha kötü bir parçaya dönüştüğünü görüyordum. Bir ayağını diğerinin önüne atması ve aynı zamanda yüz şekillerinin onun izleriyle değişmesi kar yağması kadar bilinir olsa da, ben sadece bir tane eşi benzeri olmayan kar tanesi görüyor gibiydim. Resmini çizecek olsaydım hangi çizginin nasıl olacağını ve nerede gölgelendirme yapacağımı, en ço...

yalnız ev

ben değil ama benim evim mutsuz ve yalnız sanırım her akşam her akşam bir sessizlik bakıyorum bakıyorum masa ve sandalyeler yalnız ve üzgün koltuklar da üzgün tekli koltuklar daha da üzgün duruyorlar tek olmayı onlar da biliyor sanırım başka bir odaya geçiyorum,  orada da kimse yok hiç kimse uğramamış bu eve sanki bu eşyalar hiç kimseyi tanımamış dört kişilik masa sanki hiç dört kişilik olmamış  yani bu kadar mı sessiz olur bir de bu kadar sessizlik içinde ağlasan kimse de duymaz gülsen sessizlik daha da kabarır ardından sadece o da değil  derin bir uyku gibi hiç gitmeyen bir ağırlık var istemiyorum ama var işte  kovamıyorum  benim evdeki diğer odada da o kalıyor  hoş bana sormadı yerleşirken  bir gün eve geldim oradaydı  herkes de çok yalnız olunca evin içinde bilirsiniz yalnızlık hasta eder insanı, takatiniz kalmaz hiçbir şey fark etmez artık  e işte öyle olduğu için kimse karşı çıkmadı şimdi beraber yaşıyoruz  ya da sadece o yaşıyor...

Antika Dükkanı

Geçen gün bir antikacıya girdim, gezerken denk gelmiştim. Çok tuhaf geldi. Daha önceden de antikacı gezdim mi hatırlamıyorum açıkçası ama burayı gezerken içimde tuhaf bir his oluştu. Bir sürü farklı eşya: yüzükler, gözlükler, madalyalar, el işi yapılmış çanak çömlek, kitaplar, plaklar, daktilolar, kartpostallar, fotoğraf makineleri, çantalar, tablolar, kasetler…Bir insanın sahipliğini yaptığı, bir başkasının anısı olmuş bir sürü eşya. Daha sonra da bir başkasının anısı olacak bir sürü eşya. Belki verecek kimsesi olmadığından belki de böylesi daha uygun görüldüğü için o dükkana bırakıp gidilmiş onca eşya, onca anı. Anılar dükkanı. Yan yana duran birbiriyle alakası olmayan farklı insanların ellerine değmiş onca eşya. Nasıl bir his olmalı bu? Yani kendi anılarını o dükkanda bırakıp gitmek nasıl bir his? Belki de ben hayatımdaki her şeye fazlasıyla bağlı olduğum için bu kadar abartılı düşünüyorum. Yine de tuhaf geliyor. Hiç tanımadığım insanların fotoğraflarına denk geldim. Hiç bilmediğim ...