Ana içeriğe atla

Boşluğa Bakan Kadın



Hayat boyunca misafirler olurdu. Evimize gelenler, kalbimize gelenler, aklımıza gelenler… Birçoğu bizden önce gittiler, bazıları da baktığımız yerde kaldılar ya da biz onlara bakakaldık. Sabah kahvaltısını beraber yaptılar, bahçeye baktılar, akşam yemeğini bazen ayrı yediler. Dağlarda sırtında koca ot balyası ile oradan oraya taşır gibi hayatı ellerinde kendisiyle taşıdı. Serenderin taşında oturup önündeki mısır tarlasını izledi hayatı boyunca. Arka evdeki komşunun, aynı zamanda akrabasıydı da sanırım, çocukları gelip gitti; kendi çocukları gelip gitti; torunları gelip gitti. Bazen kızı geldi uzun süre gitmedi, onunla yaşadı. Kocası erken gitti. Onun evlilik yüzüğünü de diğer parmağına taktı. Biraz daha yalnız oldu. Biraz daha mısır bahçesiyle ve inekleriyle ilgilendi. Hala komşular vardı. Sonra üç kardeşten biri, tek erkek çocuk, tren kazasında öldü. Büyük bir çığlık. Yıllar sonra bile misafirlikte otururken biri “ o gün senin attığın çığlık hala kulaklarımızda dedi”.  Kız kardeşlerin evlenip çıktıkları evlerinde ortalama büyüklükte  bir çerçevede kardeşlerinin fotoğrafı sakladılar. Bu kim diye sorulunca abim dedi annem. Sadece adını, nasıl öldüğünü ve abisi olduğunu öğrendim. Fazlasını öğrenmeye çalışmadım annemin anıları canlanır diye. Kızları evlenince uzak şehirlere gitti, arka evdeki komşu ve onun iki çocuğu daha çok uğramaya başladı. Telefon edilip nasılsın bir sorun var mı diye soruldu. Büyük kızı her yaz gitti, küçük kızı da fırsat buldukça. Mısır tarlası ve sığırlara bakmaya herkes yardım etti. Biraz beli eğildi, takma dişler geldi, hastane turları başladı. İnsanlar daha çok gelmeye başladı. En sonunda yanında hep biri olması gerekti. Kızlarının yanına getirildi. Bir köşede yatak yapıldı. Kızlarının yanına gelince uzaktaki uzun süre göremediği akrabalarını da gördü. Nasıl iyi mi bakıyorlar sana diye soruldu. Gitmeden önce mutlaka iyisin iyi ben yine geleceğim dendi; ellerini sıkı sıkı tuttular. Kimse bir söz etmese de beden dili ve gözleri bazı şeyleri yine ele vermişti. Tuvalete götürüldü, banyo yaptırıldı. Yatarken köyünü, evini, serenderini, mısır tarlasını ve sığırlarını düşündü. Ara ara insanlara da onları özlediğini söyledi ama gerçek burada kızlarıyla kalması gerektiğiydi. Yine de büyük kızı her yaz köye gidip tarlaya ve eve baktı, kimse ihmal etmedi. O, ya küçük kızın ya da büyük kızın evinde bir köşede devam etti hayatına. Bir torunu onu hiç ziyaret etmedi. Bir tanesi aynı evde kalırken görmezden geldi. Biri gerektiğince halini hatırını sordu.  Yattığı koltuk sessizleşti. O başka odada kaldı, diğerleri başka odada. Dünyadan uzak kaldı bazen, boşluğa baktı. Tüm gün karşısında ne varsa ona baktı. Bazen gözleri kapanıyor; uyuyor.  Sonra uyanıyor yine aynı şekilde bakmaya devam ediyor. Bir kez denk geldim oğluyla konuşuyordu. Misafirler hep aynı konuları açtı; ağıt yakıldı bazen. Misafirler gitti, gözler yine eski şeklini aldı. Herkes devam ederken o boşluğa bakmaya devam etti. Gözlerinin açıldığını ya da kapandığını fark ediyor muydu?

rosie

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tiyatro Öncesi

Ben yüzümde taşıyorum bu hayatı. Yanımda olan ama benden bir parça olmayan insanlarla yaşıyorum. Aklımda; izlediğim, gördüğüm, dikkatli baktığım ya da önemsiz görüp geçtiğim anların izi var. Kafamı başka tarafa döndürsem de içindekiler bunu kabul etmeyip aynı yöne gitmek isteyecekler. Varlığından emin olmadığım bir yolculuk için fazlasıyla kararsız ve kalıcı şeyler hissediyorum.  Elini tuttum ve merdivenleri indik. Tiyatro oyunu ya da balerinlerin vücutlarındaki her bir parçayı özveri ile oynattıkları andaki gibiydi her şey. Devinim içinde kendi halinde ayrı bir ayrıcalığa sahipken ayrıcalıkların bir bütün olarak hayattan bazen daha güzel bazen de daha kötü bir parçaya dönüştüğünü görüyordum. Bir ayağını diğerinin önüne atması ve aynı zamanda yüz şekillerinin onun izleriyle değişmesi kar yağması kadar bilinir olsa da, ben sadece bir tane eşi benzeri olmayan kar tanesi görüyor gibiydim. Resmini çizecek olsaydım hangi çizginin nasıl olacağını ve nerede gölgelendirme yapacağımı, en ço...

yalnız ev

ben değil ama benim evim mutsuz ve yalnız sanırım her akşam her akşam bir sessizlik bakıyorum bakıyorum masa ve sandalyeler yalnız ve üzgün koltuklar da üzgün tekli koltuklar daha da üzgün duruyorlar tek olmayı onlar da biliyor sanırım başka bir odaya geçiyorum,  orada da kimse yok hiç kimse uğramamış bu eve sanki bu eşyalar hiç kimseyi tanımamış dört kişilik masa sanki hiç dört kişilik olmamış  yani bu kadar mı sessiz olur bir de bu kadar sessizlik içinde ağlasan kimse de duymaz gülsen sessizlik daha da kabarır ardından sadece o da değil  derin bir uyku gibi hiç gitmeyen bir ağırlık var istemiyorum ama var işte  kovamıyorum  benim evdeki diğer odada da o kalıyor  hoş bana sormadı yerleşirken  bir gün eve geldim oradaydı  herkes de çok yalnız olunca evin içinde bilirsiniz yalnızlık hasta eder insanı, takatiniz kalmaz hiçbir şey fark etmez artık  e işte öyle olduğu için kimse karşı çıkmadı şimdi beraber yaşıyoruz  ya da sadece o yaşıyor...

Antika Dükkanı

Geçen gün bir antikacıya girdim, gezerken denk gelmiştim. Çok tuhaf geldi. Daha önceden de antikacı gezdim mi hatırlamıyorum açıkçası ama burayı gezerken içimde tuhaf bir his oluştu. Bir sürü farklı eşya: yüzükler, gözlükler, madalyalar, el işi yapılmış çanak çömlek, kitaplar, plaklar, daktilolar, kartpostallar, fotoğraf makineleri, çantalar, tablolar, kasetler…Bir insanın sahipliğini yaptığı, bir başkasının anısı olmuş bir sürü eşya. Daha sonra da bir başkasının anısı olacak bir sürü eşya. Belki verecek kimsesi olmadığından belki de böylesi daha uygun görüldüğü için o dükkana bırakıp gidilmiş onca eşya, onca anı. Anılar dükkanı. Yan yana duran birbiriyle alakası olmayan farklı insanların ellerine değmiş onca eşya. Nasıl bir his olmalı bu? Yani kendi anılarını o dükkanda bırakıp gitmek nasıl bir his? Belki de ben hayatımdaki her şeye fazlasıyla bağlı olduğum için bu kadar abartılı düşünüyorum. Yine de tuhaf geliyor. Hiç tanımadığım insanların fotoğraflarına denk geldim. Hiç bilmediğim ...